İş Akdinin Feshinde Devletin Pozitif Yükümlülüğü
Anayasa Mahkemesi (“AYM”), 14 Ekim 2020 tarihinde özel bir şirkette çalışan başvurucunun (“Başvurucu”) kurumsal e-posta hesabı içeriğinin işvereni tarafından izinsiz bir şekilde incelenmesi ve bu yazışmaların içeriği gerekçe gösterilerek iş akdinin feshedilmesi nedeniyle özel hayata saygı kapsamındaki kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına ve haberleşme hürriyetine yönelik yapılan müdahaleler hakkında bir karar yayımladı. Hukukçular arasında oldukça tartışma yaratan bu kararın birçok temel hak ve özgürlüğe temas eden içeriği nedeniyle farklı açılardan değerlendirilmesi önemli gözükmektedir.
2011 yılından itibaren İstanbul merkezli bir avukat ortaklığı şirketinde avukat olarak çalışan Başvurucu’nun kurumsal e-posta hesabındaki yazışmalar, Başvurucu hakkında diğer çalışanlar tarafından yapılan şikayetler ve işyerinde yaşanan sorunlar nedeniyle işveren tarafından incelemeye alınmış ve yapılan incelemeler sonucunda Başvurucunun iş akdi sona erdirilmiştir. Bunun üzerine, Başvurucu, işveren aleyhine işe iade istemli tespit davası açmış ve fesih sebebi olarak gösterilen sebeplerin haklı bir gerekçeye dayanmadığını dolayısıyla gerçekleşen feshin kötü niyetli olduğunu ve haklı bir gerekçeye dayanmadığını iddia etmiştir. İşveren de feshe gerekçe olarak Başvurucunun e-posta hesabındaki yazışma içeriklerini sunmuştur.
İlk derece mahkemesi, feshe dayanak gösterilen olay ve nedenlerin haklı fesih nedeni oluşturacağına ve işverence yapılan feshin yerinde olduğu sonucuna varmış ve davanın reddine karar vermiştir. Daha sonra Başvurucu kararı temyize götürmüş ve temyiz dilekçesinde e-posta hesabındaki yazışmaların izinsiz bir şekilde incelendiğini ve feshe gerekçe gösterilmesinin özel hayatın gizliliğini ve haberleşme hürriyetinin ihlal edildiğini belirtmiştir. İlk derece mahkemesi kararının Yargıtay tarafından onanması üzerine, Başvurucu adil yargılanma hakkı ile haberleşme hürriyeti ve özel hayata saygı hakkının ihlal edildiği iddiasıyla AYM’ye başvurmuştur.

Anayasanın 12. maddesi gereğince, herkes kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir ve bireylerin temel hak ve hürriyetlerinin korunması devletin temel amaç ve yükümlülüklerinden biri olarak sayılmaktadır. Buna göre, devlet temel hak ve özgürlüklere keyfi olarak müdahale edemeyeceği gibi üçüncü kişiler tarafından da bu müdahaleleri engellemekle yükümlüdür. Söz konusu olayda, işyerinde kullanılan bilgisayar, internet ve e-posta gibi iletişim araç ve gereçlerini kullanma nedeniyle oluşan uyuşmazlıkların konu olduğu yargılamalarda mahkemelerin, işverenin menfaatleri ile çalışanın temel hak ve hürriyetleri arasında bir denge gözetmesi gerekmektedir.
Pozitif yükümlülük doktrini, devletlerden, vatandaşların temel hak ve hürriyetlerinden etkin bir şekilde yararlanması ve bu hak ve hürriyetlere karşı üçüncü kişilerin neden olabileceği olası veya mevcut müdahalelere karşı korumak için gerekli tedbirleri almasını gerekli kılar. Bu bağlamda, özel hayatın korunması kapsamında kişisel verilerin korunmasını isteme hakkı ve haberleşme hürriyeti yönünden devletin yetki alanında bulunan tüm bireyleri gerek kamusal makamların ve gerekse işveren dahil diğer gerçek ve tüzel kişilerin eylemlerinden kaynaklanabilecek müdahalelere karşı koruma yükümlülüğü bulunmaktadır.
AYM de ilgili kararında, iletişim araçlarının işveren tarafından denetlenmesi kapsamındaki uyuşmazlıklarda mahkemelerin, devletin pozitif yükümlülükleri çerçevesinde belli hususlara dikkat etmesi gerektiğinin altını çizmektedir. Buna göre, devletin pozitif yükümlülüğünün bir gereği olarak, işverenin, işyerinde bulunan ve çalışanın kullanımına sunulan iletişim araçlarını incelemesi için yeterli (ve meşru) hukuki gerekçelere sahip olup olmadığının doğru bir şekilde tespit edilmesi gerekmektedir.
Kararda, ilk derece mahkemesinin çalışanın kullanımına sunulan iletişim araçlarının incelenmesinde haklı ve meşru gerekçelerin bulunup bulunmadığı ve çalışanın incelemeye ilişkin işveren tarafından önceden bilgilendirilip bilgilendirilmediği konusunda yeterli incelemenin yapılmadığına işaret ederek, işveren tarafından yapılan incelemenin çalışan üzerindeki etkisi ve sonuçları ile çatışan menfaat ve haklar arasında bulunması gereken dengenin gözetilmediği ifade edilmektedir. Sonuç olarak, ilk derece mahkemesi tarafından verilen kararda anayasal güvencelerin yok sayıldığı ve özenli bir yargılama yapılmayarak özellikle de devletin pozitif yükümlülüklerinin gereklerinin yeteri kadar gözetilmediği ve bu nedenle de, işveren tarafından gerçekleşen müdahalenin güdülen amaçla bağlantılı, sınırlı ve orantılı olmaması sebebiyle çalışanın kişisel verilerinin korunmasını isteme hakkının ve haberleşme hürriyetini ihlal edildiği yönünde bir karar verilmiştir.
AYM’nin bu kararı işverenlerin, çalışanın kişisel verilerini koruma yükümlülüğüne aykırı bir şekilde gerçekleştirdikleri müdahaleleri engellemek ve temel hak ve özgürlükleri ihlal etme suretiyle elde edilen belge ve bilgiler gerekçe gösterilerek iş ilişkisi üzerinde tahakküm kurmasını önlemek ve bu çerçevede de mahkemelere devletlerin pozitif yükümlülüklerini hatırlatmak adına önemli bir içtihat oluşturmuştur.